Bayram Gelmiş Neyime

       Allah dostlarından Seriyyi Sakati hazretlerinden şöyle bir hikaye varid olur. Bağdat'ta bir yangın çıkar ve ateş her tarafı sarmıştır. Sevenlerinden birisi Şam'da hadis dersindeki Seriyyi Sakati Hazretlerine: "Üstad Bağdat alev alev yanıyor." Diye haber verir. Üstad: " Benim evimde içinde mi?" diye sorar. Mürid :"Hayır efendim. Eviniz yangından zarar görmemiş." der. Bunun üzerine Seriyyi Sakati hazretleri: "Elhamdulillah" der ve derin bir oh çeker. Aradan epey bir zaman geçer. Seriyi Sakati Hazretlerini bir üzüntü sarar. Yaptığı şükürden dolayı tövbe eder. 


         Evet yanlış okumadınız. Şükründe dolayı tövbe istiğfar eder. Çünkü göstermiş olduğu tavrın mümine yakışmadığını düşünür. Kendi evi yanmamış ama Ümmeti Muhammed'in bir çok evladının malı mülkü yangında kül olmuş. Sokakta kalmışlardır. Onların ahvaliyle dertlenmediğinden dolayı içini müthiş bir hüzün kaplamıştır. Akabinde 30 yıl boyunca Allahtan kendisini affetmesini diler. Keşke evim yanmış olsaydı da müslümanların çektiği sıkıntıyı bende çekseydim diye hayıflanır.


         Değerli kardeşlerim. Kıssadan hisse olarak bizlerde bir Ramazan ayını geride bıraktık. Ancak bu rahmet ayını hakkıyla, gereği gibi idrak edebildik mi? Acaba...


         Ümmetin her tarafı yangın yeri olduğu aşikar. Acaba, bizde ümmetin derdiyle dertlenebildik mi. Yoksa ateşin alevleri bacamızı sarmadığı için şükür mü ediyoruz. Çoluk çocuğumuz emniyette olduğu için başkasından bana ne mi? diyoruz. Eğer, bu rahmet ayından bu şekilde istifade etmişsek, Rabbimizden af ve mağfiret dilemek gerekmez mi?


         İbadetten maksat, ruhun arınması değil midir? Kirlerden günahlardan arınan kalp, rahmet pınarlarını akıtmaz mı? İncelip halden anlamaz mı?


         Önümüzde bayram var. Çoluk çocuğumuzla mutlu mesrur bayrama girerken, üst başlarını yenilerken belki de harcamalarımızda israfa kaçarken ümmet coğrafyasında aç olarak sabahlayan müslüman kardeşlerimiz içimizi sızlatmaz mı?  Biz çoluk çocuğumuzun başını okşarken, gözlerinden yanaklarından öperken yüz binlerce annesiz babasız yetimin, bayram sabahında anne ve babasının sevgi dolu bakışlarından yoksun olmaları ruhumuzu acıtmaz mı?


         Kılınan namazlar, tutulan oruçlar  gaflet uykusuna dalan biz müslümanların bir aylık sürede şok etkisi yaratıp uyanmamız içindir. Eğilen başlar, Rabbe karşı tevazu gösterip acziyeti ifade etmek içindir. Tutulan oruçlar garip gurabayı hatırlamak ve yokluğun acısını hissedip tavır geliştirmek içindir.


         “Müʼminler birbirini sevmekte, birbirine acımakta, birbirini korumakta bir vücut gibidir. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvları da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa dûçâr olur.”(hadis)


Yine başka bir hadiste Resülüllah (a.s.): Mü’minlerin derdiyle dertlenmeyen bizden değildir.” diye buyurmaktadır.


         Buradan yola çıkarak, kaybedilen her fert vücuttan koparılan parçadır. Rabbimiz bizden birlik olmayı yekvücut olmayı istiyor. Bu duyguyu ruhumuzun derinliklerinde hissetmemizi emir buyuruyor. Zor ve bir o kadar da zahmetlerle dolu bu imtihan dünyasında, hem nefsimize karşı hem de islam düşmanlarına karşı bu şekilde ayakta kalacağımızı beyan ediyor.


         O halde, çürük gerekçelere sığınmadan üç beş yetimin elinden tutalım. Bizlere emanet edilen mallarımızdan az veya çok olduğuna bakmadan infak edelim. Nefsimiz için değil, Allah için vazgeçmeyi bilelim. Kalpleri kırmaktansa gönül almaya bakalım. Akrabaya sılayı rahim, komşularımıza kardeşlik kanatlarımızı gerelim. Ümmetin yarasına küçük bir yarabandı da biz saralım. Karanlığı eleştireceğimize bir mum da biz yakalım.


         Belki o zaman bayramlar hayat bulur. İbadetler tat verir. Ruhlarımız arınır. Nefsimiz dize gelir.  Vesselam...