HER İYİLİK BİR SADAKADIR

HER İYİLİK BİR SADAKADIR

Sevmek boş sözle olmaz. Sevmek ilgilenmektir. Zaman ayırmaktır. Paylaşmaktır. İyilik, hayata anlam katmaktır. İyilik öyle bir dildir ki hem dilsizler konuşabilir onunla, hem de sağırlar işitir onu. “Her iyilik sadakadır.” Hadisi şerifiyle amel edemez miyiz? Her şeyin bedeli var da sevmenin bedeli yok mu? Şu âyetleri hiç unutmasak: 


“Allah’ın sana iyilikte bulunduğu gibi, sen de başkalarına iyilik yap. Ve sakın ola yeryüzünde haddi aşarak ‘bozgunculuk edeyim’ deme. Çünkü Allah bozguncuları asla sevmez.” (Kasas Sûresi 76. Âyet)


            Bir nefis muhasebesi yaptığımızda, bildiklerimizle amel ettiğimizde, hasıl olacak değişimi düşünemez miyiz? Önce insanlar kararıp kirlendi, sonra çevre. İnsanları düzeltmeden çevreyi temizleyemezsiniz. İnsanlık İslam’a yaklaşmadan, bir başka deyişle İslam’a olan uzaklığını azaltmadan, hiçbir meselesini çözemez. Çünkü evrensel gerçek budur. Bu medeniyeti teknoloji kurtaramaz. Böyle giderse teknoloji kendi pisliğini bile temizleyemez. Denge bozulmuşsa, hızın artması sadece felaketli neticeleri çabuklaştırmaya yarar. Sadece şu hadisin yaşanması bile güzel bir değişimi gerçekleştirmez mi?

 

            “Nerede olursan ol Allah’a karşı gelmekten sakın; yaptığın kötülüğün arkasından bir iyilik yap ki bu onu yok etsin. İnsanlara karşı güzel ahlakın gereğine göre davran.”


            Bugün insanlık ‘korku psikolojisi’ yaşıyor. Korkuyorlar; yaşamaktan ve ölmekten korkuyorlar. Allah’tan korkmayan insanlığın düştüğü durum, her şeyden korkmak olmuştur. Bunun çaresi ise, İnsanlığın kendine, özüne, fıtratına dönmesidir. Eğer insan(lık) fıtratına dönmezse korkulardan kurtulması çok zordur.

 

Peygamberimiz Hz. Ali’yi niçin çok sever? Cevabıyla bizler de amel etsek nasıl olur?

Rasulullah (s.a.v) Hz. Ali’ye sordu: “Ya Ali, iyilik ettiğin biri sana kötülük etse ne yapardın?” “Yine iyilik ederdim.” “Yine kötülük yapsa?” “Yine iyilik yapardım.” Hz. Peygamber soruyu tam yedi defa tekrarladı. Hz. Ali yedi defasında da “Yine iyilik ederdim” diye cevap verdi. Ashab-ı Kiram; “Ya Rasulullah, Ali’yi çok sevmenizin sebebini şimdi anladık” dediler. İşte iyilik yapmada ölçümüz bu olmalı. Zaten Cenab-ı Hak da Yüce Kitabında şöyle demiyor mu? “Onlar kendilerine kötülükle mukabelede bulunduklarında (boş ve yararsız sözle karşılaştıkları zaman) iyilikle karşılık verirler.” (Furkan Sûresi 72. Âyet)


            Dikkat ederseniz bir ütopyadan söz etmiyorum. Yüreğinizin ışığını yakın, kâfidir! Uzaklara bakmayın. Şah damarınızdan daha yakın olan inanç nimetinin lütfuna bir hat çekin kâfidir! Sana her şey yakın; lakin sen uzaksın. Güneşe yolculuk yapılmaz, onun ışığı en uygun mesafeden en uygun kıvamıyla geliyor. Yeter ki sen nefsaniyet zindanına kapatma kendini. Yıkılması gereken gafletimiz var. Bir saniyelik, bir nefeslik nedâmet silkinişiyle yok edebileceğimiz; ama bir koca ömrü, bir yüce ideali, bir büyük sevdayı karartan gafletimiz var. İşte bizim bu gaflet uykusundan uyanıp, Allah’ın Bize ihsan ettiği iyilik nimetini herkesle paylaşmayı bilelim. Bunu da sözde bırakmayıp, eyleme geçirmek durumundayız. Çünkü, yaşarmayan bir göz, kızarmayan bir yüz, hissetmeyen bir öz, eyleme dönüşmeyen bin bir söz ile hedefe ulaşamayız.

 

Öyle bir hayat yaşa ki, çocukların hakkaniyet, vefa, civanmertlik, dürüstlük, nezaket, cömertlik, mertlik gibi ahlaki değerleri düşündüklerinde akıllarına ilk defa sen gelmelisin. Kendini anlatmayı bırak, davranışların seni anlatsın. ‘İstenmeden veren’ cömertlerden ve ‘intikam almaya gücü yettiği halde’ bağışlayanlardan ol ki, öldükten sonra adın dillerde dolaşan ölümsüzlerden olsun. Unutma! Kibirlenip, kendini büyük görmeye başladığın an küçülmeye başlamışsın demektir. Vicdan defterini temiz tutmaya bak. Herkes çekilip yalnız vicdanınla baş başa kalabildiğinde, ona verecek utandırıcı bir hesabın olmamasına özen göster. Yalnızca vermek için alan iyi insanlardan ol. Vermenin, almaktan daha keyifli olduğunu da sakın unutma. Yaşayarak örnek ol, anlatarak değil. Çünkü hayatınla vereceğin mesaj, sözlerinle vereceğinden her zaman daha tesirlidir. Büyükler ne güzel söylemiş: ‘Yediğin yok olur, yedirdiğin kalır. Giydiğin yok olur. Giydirdiğin kalır’ diye.

 

Vakitler uyanış fırsatlarıyla dopdolu. Seherler, geceler, cumalar, içinde bulunmuş olduğumuz üç aylar… Doğumlar, ölümler, kandiller, bayramlar...

 

Lâyıkıyla değerlendirenlere ne mutlu. 

 

Emrullah GÜNEŞ

                                                                                                                                              26.03.2018