KÜRTLERİN BAĞIMSIZLIĞI VE ÜMMET

                KÜRTLERİN BAĞIMSIZLIĞI VE ÜMMET

Kur'an Atmosferinde

Kuran'ın farklı anlam yüklediği kelimelerden biridir ümmet. Çoğu ayette belli bir zaman ya da toplumdaki halkları belirtme ve işaret etmek için kullanılmıştır. Politik bir tema yüklenebilecek bir ayet varsa o da herhalde Al-i İmran,104.ayet olur. Ki bu ayet aslında ahlakî eylemlerin sorumluluğuna dair irşad görevi görür. Yani siyasal yönetimin dozu, içeriği ve tanımlanmasından ziyade ahlakî kaygıları içerir bu ayet. Ayet şöyle:

'Öyleyse sizler hayra çağıran, meşru ve iyi olanı öneren; kötü ve yanlış olandan da sakındıran bir ümmet olun! İşte onlardır ebedi saadete erecek olanlar.' (Al-i İmran,104.ayet)

Ki bu vb. ayetlerden Müslümanları bir 'üs' ya da 'çatı' altında toplama ve bu kampa da ümmet demek ütopyası çıkmaz. Bu ütopyayı ancak ya otuz sene önceki İslamcıların refleksif tutumları ya da mevcut dönemin konfor konumlanışı şehvetle arzulayıp dikte eder. Ki bu statü kazanma ve kazandığını koruma güdüsünün, mazlum kimliklere karşıki meşruiyet sancağının 'ümmet' olması da ayetin mesaj çizgisinden ne kadar saptığını gösteriyor. Biz de bu çizginin sapmasında etken olan arzu, güdü ve normlara bakacağız. Ne yazık ki metafiziksel ahlakî duruştan her sapmanın sırat-ı müstaqim olarak pazarlanması da o teolojik kurumun 'efsunlu' kavramlarından yardım alınarak yapılıyor. Emevi ve sonraki saltanat ideolojisi ahlaksızlığının ve modern Müslüman devletlerin neden olduğu siyasal eşitsizliğin 'ümmet' retoriği ile absorbe edilmesi gibi. . . Sihirli kelimemiz: 'Ümmet'

Düşünsel Arka Plan

Modern Batı siyasal düşüncesinin eleştirisini yapan Müslüman aydınlar bu düşüncenin seküler ve ateist yönüne dikkatleri çekerek toplumdan zorunlu olarak 'Müslümanca' tepki vermelerini istemişlerdir. Geleneklerindeki saltanat ideolojisinin normlarını ilginç ama Batı kavramları ile yontarak verecekleri mücadele için kitlesel popülist desteğin davet mektubunu 'ümmet' zarfına koydular. Her devletin zarfın üzerine kendilerini putlaştıran bayrağın resmini yapıştırması ise herhangi bir utanma duygusuna neden olmadı 'ümmet' için. Kürtlerin bu zarfın üzerinde renkleri olmamasının yanında zarfın içinde ise sürekli 'kırmızı' ile temsil edilmeleri de Kabil'den kalan ahlak diye okunacağı endişesi hiç taşınmadı. . .

Yaşayan önemli Marksistlerden Terry Eagleton, Tanrı'nın ölümü ve kültür adlı eserinde 'Aydınlanmanın dine karşı saldırısı, özünde teolojik olmaktan ziyade siyasal bir meseleydi.(29.sy)' der. Bu konunun geniş ve muhteşem açılımını kitaba bırakıyorum. Aydınlanma'nın kurum ve literatürü Tanrının varlığı-yokluğu meselesinden ziyade bunun politik malzeme yapılmasından yakınıyordu. Aydınlanma düşüncesinin siyasal yorumu da Tanrıyı def eden değil onun dünyevi(!) mümessillerinin sorgulanması şeklinde işe koyuldu. Yani konu teolojik değil siyasaldı. Ortadoğu'daki devlet geleneklerinin şekillenişinde de ulema, şeyhülislam, fukeha ve müçtehidin yorumlarının ne kadar etkin olduğu İslam Hukukunda çok da yabancı olmadığımız bir konu. İslamcı entelektüeller ise meseleyi popülist açıdan destek getirisi için halka teolojik bir sorun olarak sundular. Yani seküler-ateist devletlere karşı 'ümmet'. Halbuki işin getiri sağladığı kısım siyasal platformdu. Ama halk dinsel güdülerle telaşa getirildi. Kısacası İslamcılar Aydınlanma mutlakiyetçiliğine karşıki savaşı 'havas' atmosferinde politik olarak görüyorlardı Eagleton gibi. Ama 'avam' tabakasına ise bu savaşlarını teolojik olarak sundular ki güçlü bir destek alsınlar. Ve 'avam'ın kitlesel olarak toplanacakları çatı da 'ümmet' idi. Ve tabi ki bu topluluğun yani 'ümmet'in de ahlaki sorumluluk diye bir kaygısı da hiç olmadı. Nitekim düşünsel tarihini verdiğimiz bu 'ümmet'in ortaya çıkış dinamiklerinin sorgulanması bizi ciddi ahlaki sorunlarla da karşı karşıya getirecektir aslında.

Aydınlanma mutlakiyetçiliğine cevap verecek kesimin (ki bu zümrenin varlığı her ne kadar şüpheli de olsa) meseleyi düşünsel ve ahlaki bir şekilde okuyup buradan başlamaları gerekirken 'ümmet' kavramının ahlaki birleştiriciliğini ve faziletini değil tersine siyasal çıkarların devamı için bunu kitlesel propagandaya güçlü bir sermaye olarak kullandılar.

Ulus-devlet zırvası

Batı dünyasındaki entelektüeller ulus-devlet eleştirisi yaparken eğitim zorunluluğu, romantizm temelli milli tarih, mazinin teolojik güç kazanması vb. konuları ele alarak güçlü bir temeli olan bir eleştiri haritası çizerler. Ulus-devletin faşist normlarının en güçlü temellere sahip olduğu devletler tarihte Müslümanların yaşadıkları topraklarda kök saldılar. Ulus-devletin menbaına işaret ederken Batıyı gösteren İslamcılar yaşadıkları devletlerde ulus-devlet tarihlerinde örneği az rastlanır kurnazlıklar ile meydana gelen vahşi kıyımları görmediler. Bu kıyımlara maruz kalan milletlerden yükselen 'artık yeter, başımızın çaresine bakacağız' haklı feryatları İslamcı abiler tarafından ulus-devlet refleksi olarak tanımlandı. Ve 'ümmet' retoriğini yine içinden ahlakî hassasiyetleri çıkarıp her tür şeytanî dogmayı doldurduktan sonra 'siyasî bir tebliğ' kibri ile deklare ettiler. Zaten bu güruhtan ulus-devletin entelektüel eleştirisini beklemek cünnünluğuna yakalanmadık. İkiyüzlü bir şekilde sürdürdükleri ulus-devlet eleştirilerinde ahlakî rölativizmlerini keşke görebilseler. Artık 'ümmet' yaması tutmuyor ve tutmayacak. Çünkü yırtık yamayı geçti İslamcı abiler. . . 

Mezhepleşen Millî Din anlayışı

Türk-İslam mefkûresinin güçlü yankısının yükseldiği Türkiye İslamcılığı için 'ümmet' kelimesi, geçmişteki siyasal başarısızlıkların navrotik etkisinden kurtulmak ve yıkılan Osmanlı egemenliğinin inşası için rövanş sahası olarak kullanıldı. 'Ümmet'in ahlaki gerekliliği olarak geçmişteki basiretsizlikten ders çıkarılması ve reelpolitiğin ahlaksız konumuna eklemlenmenin eleştirisi yapılması gerekirken 'Güç' endişesinin yapılması yine ahlaki problem olarak karşımıza çıkıyor.

Aynı durum İran için de geçerli. Qazi Muhammed'i idam eden 1946 Seküler-laik İran'ın mirasını devralan İran İslam(!) Cumhuriyeti de Abdurrahman Qasımlo'yu anlaşma masasında öldürerek taşkınlık rüşdünü ispatladı. Sonrasında devam eden Kürt kıyımlarını sınır kardeşleri gibi 'ümmet' ile absorbe edebilmeyi başardı.

Dinin yorum ve uygulama bazında kazandığı 'Arap' kültür ve örfü, devletin işleyişinde kabile-bedevi ahlakı kazanarak devam etti. Hadis literatürü ve bunun ibadetler olarak yansımasında 'Arap' örfünün sayılamayacak örneklemleri var. Ve bu da Kuran'ın 'ey insanlar, ey inananlar' hitabının oldukça radikal bir şekilde evriltilip uygulama bazında özü Arap-İslam sentezi olan ama ismi İslam diye bir gulyabani pazarladılar. Ulema-yı mütebahhirin tarafından tabi ki. Kabe'nin hali hazır hali ne demek istediğimizi açıklar sanırım. Hiçbir ulus-devletin otoriter ulemasından eleştiri almayan Arabistan'ın bu şatafatı yine 'ümmet' çizelgesinin kimler tarafından kendi aralarında anlaşma belgesi olarak kabul gördüğünü görmemiz açısından ibret verici gerçekten.

Türkiye Serencamı

Mazlum-Der tarafından 28-29 Kasım 1992 tarihinde Ankara'da Kürt sorununun çeşitli boyutları ele alınıp tartışıldı. Gerçi meseleyi ele alan İslamcıların konuya sığ olarak yaklaşmaları ile birlikte en azından dil vb. konularda 'ümmet' mefkûresinin gereği(!) olarak çözülmesi gerekliliğini söylediler. Bunu dile getiren şahısların çoğunun şu an ise suskun ya da düzene eklenmeleri ise 'ümmet' kavramını gittikçe buğulu hale getirdi. İşin gerçeği o yıllarda muhalif olan ve düzenle bir savaşım içinde olan İslamcı akıl için muhalefet malzemesi gerekiyordu. Ve Kürt meselesi de o şekilde kullanıldı. Tıpkı güncel bir sorun olan Kudüs meselesi gibi. Aynı sahtekar salya: 'ümmet'

Kaderin ilginç bir tecellisi ki geçen aylarda yaşanan Mazlum-der olayında da aynı isimler 'sistem'atik rol üstlendiler. Ve bir kez daha İslamcılığın çok ciddi bir probleminin ahlak olduğunu zaman bize gösterdi. Ayette de 'ümmet' formunun eylemsel sahada ahlaki bir kaygı taşıması da gelecekte yaşadığımız bu dehşet için ilahi bir uyarı olsa gerek. İbret alanlara. . .

Neticeden Önce

Büyük kardeşlere düşen görev acilen 'ümmet' kelimesinin çıkarcı ve ikiyüzlü politikaya malzeme yapılmaması ve ahlakî çözümlenişinin yapılması. Daha sonra bu ahlaki sistem politik sahaya aktarılabilinir. 2017 KPSS'de de ismi bir soruda geçen ve Türk-İslamcıların da bu isim üzerinden sürekli propaganda yaptıkları Aliya İzzetbegoviç'in şu sözü çalışmaları için ilk adım olabilir: 'Dini siyasete sokmayınız, dinin ahlakını siyasete sokunuz.' Gayesi dini ahlaksız proje ve eylemleri için siyasala alet etmeyen bir vicdanadır bu hitap.

Netice

 Ehli Sünnet, Şia vb. gruplar inanç tarihinde dinin siyasal iktidarın egemenliğindeki serüvenin bir sonucudur. Kürtlerin her coğrafyada yaşadıkları mazlum çehre geçmişin mirasının 'büyük kardeşler'(!) tarafından titizlikle uygulanmasındandır. Mezhepsel ve teolojik spekülasyonların pragmatist ve ikircikli yüzü Kürtlere bağımsız olma yolunu göstermiştir. 'Büyük kardeşlere' düşen karşı duruş değil, politik sahada kıyıma tuttukları ahlakî değerler için tevbe etmektir. 'Ümmet' merkezli metafiziksel ahlaksallığının siyasal platformda Kürtlere reva görülen ikiyüzlü tutumun tarihsel ve potansiyel portresi son bulur inşaallah. .  .