EDEBİYAT VE SAVAŞ

29 Mart 2018 - 11:15

Edebiyat aslında ‘barış’ için yapılır. Savaş için yapılan edebiyatın edebiyatla ilgisi yoktur. Olsa olsa o bir savaş ve ideolojisine katkı yapan bir ayıplar propaganda aracıdır. Savaş günleri edebiyatçı için de zor günler zamanıdır. Savaş mekanizmalarının baskısı altında yazmak ve insan yaşam önemine vurgu yapmak oldukça zordur. Yazdırmazlar. Yazarsanız siz de düşman olursunuz, düşman sayılırsınız.


İnsanların üzerine bombalar yağıyor, ölenlerin kimliklerinin ve bedenlerinin tespit edilmesi dahi olanaklı olmayabiliyor. Buna karşın televizyonlar naklen savaş izletiyorlar. Şöyle böyle başarılar var diyorlar. Yaşasın, kahraman falan filan diyorlar. Gazeteler ve internette parçalanmış insan görüntülerine bakabiliyoruz ve hatta onları paylaşıyoruz. İşin kötüsü tüm bu olanları çok olağan şeylermiş gibi normalleştiriyoruz. Savaşın topyekûn karakteri, özellikle geniş kitleler üstündeki yıkıcı etkilerinin esamesi okunmuyor. Savaşın görsel ve yazılı medyayı getirdiği hal maalesef budur. Bu durum maalesef edebiyat dünyasında da duyarsızlık yaratmıştır. Aydınların, entelektüellerin, yazarların kabullenebilecekleri tek savaş tipi vardır: O da ‘haklı savaş’tır. İşgale karşı yapılan meşru müdafaa ya da kurtuluş savaşı durumudur. Bunun dışındaki savaşlar “haksız savaş’tır.


Uygarlık öncesinde savaş, insan öldürme, cinayet yoktur. Savaş, şiddet, insan öldürme uygarlıkla başlamıştır. İşte bu uygarlıkla başlayan savaş bazen barbar, bazen vahşi ve bazen de terörist olarak adlandırdığı, kısacası kendisine benzemeyen halklara karşı giriştiği saldırılarda uluslararası hukuk, yasalar, insanlık, ahlak pek yer almaz. Bu değerleri sorgulayan ya da arayan olmaz. Egemen devletler daima birbirlerinin yanında ötekilerin karşısında yer alır. Ötekileştirilmişlere karşı yapılan savaşın devletler açısından hesap vereceği bir makam yoktur, bu saldırıların bir müeyyidesi de yoktur. Çünkü onlar “uygar halklar”dan sayılmıyorlar. Bizim gibi değiller, bizim gibi olmayanın da sahibi olmaz, olmamıştır. Onlar uluslararası hukukun koruyuculuk kapsamında da bulunmazlar.


Savaş insanın tüm ideallerini, umutlarını ve sevdalarını elinden alır. Savaşla tüm bu insani çaba ve ilişkiler koparılır, sadece gözyaşı, kan ve ölümler geriye kalır. Savaş egemenlerin politik silahıdır. Siyaseten yapamadıklarını silah yoluyla yapma yöntemidir. Savaşı çıkaranlar ülkelerinde savaş karşıtı olabilecek tüm olasılıkları yok eder. Öncelikle düşünmeyi yasaklar ve sonra da unutturur. Konuşmayı yasaklar ve sonra da alıştırır. Kör, sağır ve dilsiz insan yığınları yaratarak dünyanın en özgür ve mutlu topluluğunu, yönetimini inşa ettiğini açıklar ve tebaasına bunu inandırır. Bu olgudan edebiyat ve yazarlar da nasibini alır. Yazamazlar, konuşamazlar, itiraz edemezler. Suskunlukları ve varlıklarıyla savaşı bir bakıma kutsar ve savaş çıkaranlara destek vermiş olurlar. Bu durum daima böyle olmuştur.


“Börü” adıyla bir dizi başladı Star’da. Birinci bölümün ilk sahnesi Diyarbakır ve düşmanlığı ile başladı. Mevcut yasalarda bile Kürt düşmanlığının suçtur. Buna rağmen Fox, Star ve Kanal D gibi televizyonlar Fethullah dönemi TRT ve Samanyolu’nun “Tek Türkiye” tipi dizilerini yayına sokmaya başladılar. Kürt düşmanlığı yayan ve halkta kin, nefret ve düşmanlık duyguları yaratan bu dizilere aydınlardan ve özellikle edebiyatçılardan bir tepki gelmedi. Ben bir tepki gösterdim, bunların yasaklanmasını ve haklarında takibat yapılması gerektiğini bildirdim. Bir takipçimin bana bu konuda yazdığını size sunmak istiyorum: “Birçok kişinin söylemek isteyip de söylemekten çekindiği bir yaraya parmak basmışsınız. Sanat adı altında milyonlarca insanın inanç, etnik duygu sömürüsü yapılmakta, kardeş halklar arasında kin ve nefret tohumları ekilmektedir hocam.” Oysa ödül (!) almış ve yazdıklarıyla zenginleşmiş çok sayıda aydın, entelektüel ve yazar var. Onlardan böylesine bir tepki gelmiyor. Oysa edebiyatçıların barıştan yana olmaları gerekir. Romanlarında, şiirlerinde, öykülerinde savaşın zulüm ve kötülüklerini, barışın önemini ve yaşam hakkının vazgeçilmezliğini yazmaları gerekir. Aşkların nasıl yarım kaldığını, sevenlerini toprağa verdiklerini, acıyı, sefaleti yazmalılar. Savaştan mağdur ve kazançlı çıkanların hikâyelerini yazmalılar. Savaş olağan bir durumdan çıkarılmalıdır. Savaşa karşı insanlarda bir duyarlılık ve bilinç aşılanabilir. Edebiyatın aslında böyle bir görevi vardır.