Suriye Gerçekleri Üzerine 1-5

25 Aralık 2016 - 18:34

 SAİD ŞAHİN - DOĞRUHABER


Suriye Gerçekleri Üzerine-1

Yıl 2011, FETÖ mensuplarının kumpasından dolayı Edirne Cezaevi'ndeyiz.

Biz cezaevinde iken, Mart 2011'de Suriye halkı, yıllardır zulmü altında yaşadıkları Esed'e karşı sokaklara döküldü. Barışçıl sivil gösteriler yapan mazlum halka karşı Esed rejimi çok zalimce saldırarak cevap verdi.

Halka uçaksavar mermileri sıktı, gösteri yapan çocukların tırnaklarını çekti...

Bu arada dönemin İran cumhurbaşkanı Ahmedi Necat bir konuşma yaptı ve sokağa çıkan Suriye halkını Amerikancı olmakla suçladı. Ben bu konuşma üzerine cezaevindeki arkadaşlara, Ahmedi Necat/İran büyük bir hata yapıyor. Bu dil ile yıllardır Esed'in zulmü altında olan halkı Amerika'nın, israilin kucağına itiyorlar, bu dil, sorunu daha da büyütür, çözüm olmaz dedim.

İleriki günlerde İran bu hatasına devam etti. Altı ay süren barışçıl gösterilerden sonra Suriye üzerine hesabı olan bütün ülkeler ve gruplar birer birer savaş için oraya koştu. Tabi bunların içinde mazlumdan yana savaşmak için cihad amacı ile oraya giden Müslüman gençler de vardı.

Savaş başlayınca zamanla İran ve Hizbullah da bilfiil askeri güçleri ile orada Esed'in yanında savaşmaya başladı. Söylem düzeyindeki hatalarını daha ileri taşıyarak eyleme dönüştürdüler. İran'ın yeni değildi bu tavrı. Hama'da da aynı hatayı yaptı.

2014'te parti olarak Suriye'ye dair bir rapor yayınladık ve orada da açık bir şekilde İran ve Hizbullah'ın Suriye'de hata yaptıklarını söyledik ve işin başından itibaren yazılarımızda, çıktığımız kanallarda bunları dile getirdik. Takip edenler bilir.

İran'a dair sadece bunları söylemedik. İran'a yaslanıp "Şiicilik" yapanların fitne unsuru olduğunu "Şiicilik"in, "Tekfircilik"in paralel versiyonu olduğunu defalarca yazdım. İran'ın devrim sonrası kendisine yönelen Sünni dünyadaki teveccühü, Şiiciliği yayma politikaları sebebiyle heba ettiğini de söyledim ve yazdım. Bütün bunları ve daha fazlasını görüştüğümüz İranlı yetkililere de söyleyenlerden biri de bizzat benim, bu camia içinde.

Bunların ötesinde; PKK bize saldırıp bir bir kardeşlerimizi öldürürken, Türkiye ile karşılıklı politikalarından dolayı bu dönemlerde İran'ın PKK'yla ilişkilerinin de olduğunu bilen ve yansımalarını gören bir camiayız.       

Peki bütün bunlara rağmen neden "İrancılıkla" suçlanıyoruz?

1- Geçmiş derin devlet, Kemalist rejim bu camiayı karalamak için MİT üzerinden ve MİT ile ilişkili İslami kesimler üzerinden kara bir propaganda yaptılar. (Bu Kemalistlerin şimdilerde bizi suçladıkları İran ile kol kola oluşlarını da gören ve İran'ın siyasi hesaplardan dolayı bunlara itibar etmesine, İran'a yakın sitelerin en önde gelen Kemalist ve ulusalcıların yazılarına yer vermesine de kahroluyorum.)

2- Son yıllardaki bu propaganda ve ithamın asıl sebebi ise, Suriye meselesi, daha doğrusu Suriye savaşı.

Biz başından beri Suriye'de mazlumdan yana olduğumuzu ama Suriye'de bir savaştan yana olmadığımızı söyledik. Suriye'de savaşın yanlış olduğunu söyledik.

Dolayısıyla Suriye'de savaştan yana değiliz derken; yani orada savaşan İran'dan, Hizbullah'tan ve diğer savaşan, savaşı destekleyen ülke ve gruplardan yana değiliz, demiş oluyorduk.

Suriye'de savaş doğru değil derken; Suriye'de savaşan İran, Hizbullah, diğer ülke ve gruplar yanlış yaptı demiş oluyorduk.

Peki bütün bunlara rağmen HÜDA PAR'a yönelik son günlerde artan bu kara propaganda ve saldırıların sebebi ne?


 Suriye Gerçekleri Üzerine-2

">Yıl 2013, yani Suriye'de savaşın başlamasının üzerinden iki yıl geçmişti. Farklı İslami kesimlerden yazar, hatip, aktivist, STK yetkilileri ile bir münasebetle bir aradayız.

Türkiye genelinde kendi çapında bir camiaya önderlik eden biri, ilginç bir şekilde; "Ali siyaseti bilmiyordu, siyaseti bilseydi, o dönem bu kadar karışmaz ve dönemin müslümanlar arasındaki savaşları yaşanmazdı. Oğlu Hüseyin de siyaseti bilmiyordu..." deyip, yaklaşık bin dört yüz yıl önce yaşanmış olaylar hakkında siyasi değerlendirmede bulundu. Hz. Ali ve Hz. Hüseyin için (gerçi onun ifadesi ile Ali) "siyasi hesapları ve doğacak sonuçları iyi yapmadı" diyordu.

Bir anlamda faturayı Hz. Ali'ye ve oğlu Hz. Hüseyin'e çıkarıyordu.

Garipsemiş ama bir şey dememiştim, "zaman en iyi müfessirdir" deyip, zamana bırakmıştım.

Şimdi siz bu değerlendirmelere bakıp, bu Müslüman ve onun öncülük ettikleri, Suriye karışmasın diye siyasi hesapları iyi yapıp, Suriye'deki savaştan en çok uzak duranlardır, diye düşünmüşsünüzdür.

Bilakis Suriye Savaşı'nın başından beri savaşa dahil olan en ateşli Müslüman taraflardan biri oldular. Yani kendilerinde "Ali ve oğlu Hüseyin, siyasi hesapları iyi yapmadıkları için yanlış yaptı" deme hakkı görüp, bizim başından beri "Suriye'de savaş doğru değil", şimdi de "yaşananlar savaşın ve savaşanların eseridir" dememize saldıran ve iftira edenlerdir.

Bu anıyı bir tarafa not edip, dün kaldığımız yerden devam edelim.

HÜDA PAR'a yönelik son günlerde artan saldırı, itham ve iftiraların sebebi, Suriye'deki savaşa dair duruşumuzdur.

Biz, Suriye'de evet bir zalim ve mazlum bir halk var, ancak oradaki savaş, mazlumları daha mazlum eder, sayılarını on binlerden milyonlara çıkarır, ülkenin yıkımına, bölünmesine sebebiyet verir. Savaş AB(D), israile, Rusya'ya yarar, bütün ümmet bundan zarar görür. Bu savaşın ateşi sadece Suriye'yi yakmaz, Irak'ı, Yemen'i, Lübnan'ı, Bahreyn'i yakar, İslam âleminde önü alınamayacak ve on yıllarca sürecek bir mezhep çatışmasına dönüşür. Ve bu savaşların siyasi sonuçlarının ilk vuracağı ülke Türkiye, sonra İran olur dedik. Bunu savaşan bütün tarafların hiçbirini kayırmadan hepsi için söyledik.

Ama bu kardeşlerimiz ısrarla savaş dediler. İran ve Rusya ile ilişkili olanlar zaten belli. AB(D), israil ile ilişkili olanları bıraktım. Hatta Türkiye ile ve Türkiye'nin dönemsel politikaları ile ilişkili olanları, hatta ve hatta Suudi ve Körfez ülkeleri ile ilişkili olanları da bıraktım, en temizi ve masumları olarak bu kardeşlerimiz de ısrarla (zalime karşı mazlumların yanında) "savaş" dediler.

Ve sonuç bu oldu.

Şimdi de akılla düşünüp bu insanlar ne dedi, böyle giderse ne olur diye basiret ve ferasetle hareket etmek yerine, öfke ile sağa sola saldırıyorlar.

Böyle giderse ne olur?

Savaşın başından beri söylediklerimize bakın. Söylediklerimizin bir kısmı yaşandı. Kalan kısımları yaşanır. Yani Türkiye ve İran'ın içine sokulacağı, bütün İslam âlemine yayılacak ve belki on yıllarca sürecek mezhep savaşları. Evet, bundan korkuyoruz ve fitne ateşine öfke ve düşmanlık ile odun taşımıyoruz.

HÜDA PAR camiası olarak bunları söylediğimiz için bize saldırıyor, itham ve iftira ediyorlar.

En basit tabirleri "siz zalime zalim demiyorsunuz" demek oldu. Ki bu da iftira, çünkü biz zalime en yüksek perdeden zalim dedik hep. Mesele, zalime zalim deme-dememe meselesi değil. Suriye'de savaş doğru mu, yanlış mı meselesi.

Biz başından beri bu savaşın yanlışlığına Kur'an'dan, sünnetten, akıldan deliller getirdik ama bir türlü anlatamadık.

Peki, onların delilleri ne? 


Suriye Gerçekleri Üzerine-3

Suriye savaşı aslında bir içtihat meselesi idi.

Dış bağlantılı kirli ilişkilerle Suriye'de savaşan grupları bir tarafa bırakıyorum. Temiz, saf imanları ile zalime karşı mazlumdan yana, Suriye'de savaş diyen ve savaşan taraflarla Suriye meselesinde ayrıldığımız nokta, içtihada taalluk eden boyutu idi.

Biz Suriye'nin iç dış siyasi durumunu ve dünyanın yutmak için pusuda beklediği jeopolitik konumunu, sebep olacağı sonuçları göz önünde bulundurup; Suriye'de savaşın yanlış olduğunu, hatta fitne olduğunu, daha büyük fitnelere yol açacağını söyledik.

Onlar ise Suriye'de savaş doğru dediler ve ateşli bir şekilde savaşın içinde yer aldılar. Bizim bu kardeşlerimizin imanlarından ve bu savaşı da zalime karşı imanları ile verdiklerinden zerre kadar şüphemiz yok.

Ancak iman her şey değildir. İman, akıl ve amel farklı şeylerdir. Bazen ayet ve hadisler, aklı basmayanın elinde son derece keskin ve zararlı bir silaha dönüşebiliyor. Bazen imandan dolayı işlenen bir amel son derece yanlış olabiliyor.

Halid b. Velid imanından dolayı savaşta adam öldürdü, hatta buna kendince aklını da kattı, akıl yürüttü. Ama Resulullah (sav) öyle bir elini açtı ki "Allahım! Halid'in amelinden sana sığınıyorum" dedi. Savaş dehası imanlı Halid'in yaptıklarından Allah'a sığındı.

Bunları belirttikten sonra gelelim bu kardeşlerimizin Suriye'deki savaş için delillerine:

1- Nisa Suresi 75. Ayet ve "Sizden biri bir münker gördüğü zaman eli ile değiştirsin, gücü yetmiyorsa..." hadisi.

Evet, Nisa suresinde Allah, "bizi halkı zalim olanların elinden kurtarın diye feryat eden kadınlar ve çocuklar için" savaşılmasını bizden istiyor. Ancak bunu hangi şartlarda yapacağız, onu da Kur'an'ın bütününde ve Resulullah'ın hayatı üzerinden veriyor. Yani her ayeti yalın olarak ele alamaz ve şartları, ortaya çıkacak sonuçları göz önünde bulundurmadan hareket edemezsiniz.

Delil getirdikleri hadis de bu yönde kendi aleyhlerinde bir hadis aslında. Çünkü Resulullah gücünüz yetiyorsa diyor, güçten bahsediyor... (bu hadise ileride detaylı değineceğim) 

2- Ashab-ı Uhdud. Suriye'deki savaş için nasıl bir delilse!.. Hâlbuki orada zıddı var; ateş dolusu çukurlara atıldıkları halde savaşmadan, sabredip dinlerinden dönmeyenlerin örneği var.

3- Suriye'de mazlumlardan yana savaşanlar durumlarını, en azından Hz. İbrahim'in (as) ateşini söndürmek için küçük gagası ile su taşıyan kuşa benzetiyorlar. Ve bizi de o kuş kadar olamadık diye suçluyorlar. Küçük kuş ateşi söndürmek için su taşıdı, ateşi artırmak için benzin değil. Suriye'de mazlumların içinde olduğu küçük ateşe savaş ile oluk oluk taşınan benzin, o ateşi o kadar büyüttü ki. Şimdi bütün bir Suriye ve ümmet yanıyor içinde. Keşke o kuş misali bizim gibi su taşısaydınız bu ateşe.

4- Son olarak öğrendik ki Suriye'ye sığınmış olan komşularına yardım eden annelerin Esed için bedduaları da Suriye'deki savaş hakkında onlar için bir delil ve doğruluk göstergesiymiş.

A) Annelerin iman dolu saf beddualarından savaş stratejisi ve hükmü çıkarılamaz.

B) Komşunuz Suriyelileri ve onlar gibi şanslı olmayıp dilenen ve fuhuş sektörüne sürüklenen milyonlarca Suriyeliyi yurdundan edip bu hale getiren, Suriye'deki bizim karşı sizin taraf olduğunuz savaştır.

C) Anneler bedduaları ile Suriye'de on binlerce mazlum var, gidin savaşın bunların sayısı milyonlara çıksın, Suriye'nin yıkımına ortak olun demiş olmuyor ki...

5- "Bizi dinlemiş olsalardı öldürülmezlerdi" diyen münafıklar hakkında inen ayet.

Aklın yolunu gösterenlerle, münafıkları eşitleyen, kendini tatmin eden ne kadar ucuz bir yaklaşım! Hem öyle olsa dahi, bu suçlamada bulunduğunuz biri de çıkıp "anlı şanlı bir abiyi, daha doğrusu bir abiyi, Suriye savaşında cephede görmedik" dese, ne cevap verirsiniz!?

Değil siz, İslam gençliğini heder eden o savaşa hiçbir Müslümanın gitmesi taraftarı değiliz.

Sonuçları bu olan bir savaşı istememek onursuzluk da değildir, bilakis Suriyelilerin

Müslümanlık izzetini, insanlık onurunu korumak endişesidir. Ve daha büyük fitnelerin

korkusudur.


Suriye Gerçekleri Üzerine-4 

(Aslında bu, yazı dizisinin ilki olacaktı ama bugüne kaldı)

Savaşın, çocuk ve kadın ölümlerinin, tecavüzlerin, enva-ı çeşit acıların olduğu bir zamanda duygular, kinler, adavet zirve yapar. Böyle zamanlarda çoğunluk insanlar akılları ile değil, kendilerine hâkim olan duygularla hareket ederler. Akıl devre dışı kalır. Ve böyle zamanların hâkim duygusu herkesi baskılar. Böyle zamanların propagandası güçlüdür, herkesi etkiler. Böyle zamanların ithamları, etiketlemeleri hâkim piyasada çabuk alıcı bulur.

İşte böyle bir zamanda yaşıyoruz. Suriye'de yaşananlar, hele son Halep'in acıları toplumsal psikolojimizi bozdu. Böyle zamanlarda doğruyu söylemek ve doğru üzerinde kalmak da zordur. Çünkü çoğunluğun hâkim psikolojisi baskılıyor, yaftalıyor, itham ediyor.

Bu hâkim psikolojiye ve baskıya dayanamayanlar da etkileniyor. Kitle psikolojisinin tabiatında olan eğilim devreye giriyor: "Az"a sormuşlar; "-nereye", "-çoğun yanına" diye cevap vermiş.

Ama bir insan için hele hele inancı, hayatın merkezine almış bir Müslüman için önemli olan böyle zamanlarda hakkı söylemektir ve konuda da kınamalardan çekinmemektir.

Hakkın söylenmesi gereken böylesi zamanlarda susmak, kendisinin ağzına ve gözüne bakan insanlar ile hakka kulak verecek olanları, hâkim kitle psikolojisinin kucağına terk etmektir.

Bu anlayışla imtihanımızı vermeye ve böyle zor zamanlarda hakkı dile getirmeye çalışıyoruz.

İmtihan dünyasında bazen hak ile batıl, haklı ile haksız birbirine karışıyor. İşin başında hak görünen, işin sonunda batıl olarak ortaya çıkabiliyor. İşin başında haklı olan işin sonunda ortaya çıkan haksızlardan biri olabiliyor.   

Açıkta olan hakkı hak, batılı batıl olarak görmek kadar, sonradan ortaya çıkacak hakkı hak ve batılı da batıl olarak görmek de önemli. Çokları burada yanılıyor ve kaybediyor.

Anlaşılması için basit, güncel, acısı taze olan bir örnek vereyim: Gülen hareketi.

Çok az insan Gülen'in ve hareketinin iç yüzünü başından beri gördü. Çoğu insan, suret-i Hak'tan gördü ve destek oldu. İşin sonunda batıl yüzü ortaya çıktı. Ama önemli olan işin başında hak suret içinde batılı, başlangıçtaki hakkın sonundaki batılı görebilmekti. Bu da ferasetle ilgilidir.

Basiret, işin başındaki hakkı ve batılı görebilmektir. Bu çoğu Müslümanda ve yapılarda vardır. Feraset ise, işin sonundaki hakkı ve batılı görebilmektir. Bu ise az Müslümanda ve yapılarda vardır.

Suriye meselesi de basiret kadar ferasetle ilgili bir meseledir. Hatta basiretten daha önemlisi ferasetle ilgilidir.

Suriye meselesinde basiret,  Esed'in zalim olduğuydu. Ama Suriye meselesinde tek başına zalimi tespit etmek, yani tek başına basiret yetmiyordu. Bu zalime karşı atılacak adımların sonucunu, yani işin başında işin sonunu görmek gerekiyordu. Yani feraset de gerekiyordu.

Biz başından beri savaşın bu sonuçları doğuracağını söyledik. Ama savaş taraftarı olan birileri bizim için (üstelik küçümser bir eda ile) "bu arkadaşların kafası karışık" dediler. Bizler Suriye karışır, hem öyle bir karışır ki; bu savaş, bitmez bir savaşa, yıkıma dönüşür, Suriye'nin bölünmesi sonucunu doğurur; bu savaş mazlumu vurur, Türkiye'yi, İran'ı, bütün ümmeti vurur; Irak'a, Yemen'e, Lübnan'a Bahreyn'e bütün İslam coğrafyasına yayılacak ve belki de on yıllar sürecek mezhep savaşlarına dönüşür... Suriye üzerinden Türkiye ve İran'ı karşı karşıya getirmek istiyorlar... Suriye bölünür oraya ABD, israil, Rusya ve emperyalist güçler yerleşir... Sonra sıra Türkiye'ye ve İran'a gelir dedik... Bütün bunları ve daha fazlasını dedik...

Bugün ortaya çıkan sonuçlardan dolayı bizi suçlayanlar ve fitne yapanlar, Allah'tan korksun da ellerini vicdanlarına koysunlar... Bunları söylemedik mi?

Ama siz ne dediniz?

Biz Suriye karışır dedikçe, her şeyi bilir, küçümser tavrınızla "bu arkadaşların kafası karışık" dediniz hep. Daha ilerisi, itham ettiniz, iftira ettiniz.

Şimdi sormak zamanı değil mi: Bizim mi kafamız karışık, yoksa Suriye mi karıştı!?

Suriye Gerçekleri Üzerine-5

Biz İslam'da cihat yok, zalime karşı kıyam yok demedik, demiyoruz... Sadece şartların ve ortaya çıkacak sonuçların hesaplanarak hareket edilmesi gerektiğini söylüyoruz. Sayılanların hepsi, sebepleri ve şartları çok farklı savaşlar. Suriye'deki savaş için tek ölçü olamazlar ki... 

Bazı kardeşler, siyasi zemini, savaşı matematiksel zemin zannediyor. Dünyanın her yerinde iki kere iki dört ediyor. Dolayısıyla siyasi zeminde ve savaşta da iki kere iki dört eder zannediyorlar.

Öyle değil kardeşler, siyasi zeminde ve savaşta iki kere iki dört etmiyor. Bazen bir taraf için, sıfır ediyor, hatta eksi milyon ediyor ve diğer taraf için de beş ediyor, hatta artı milyon ediyor.

Suriye savaşında Rusya ve İran'ın dışında AB(D), israil ve NATO var dediğimizde birileri bize bıyık altı gülmüş, bir taraftan da kızmıştı. Orda AB(D), israil, NATO yok, cihatçı gruplar var demişti.

Bak kardeş, işin başında Türkiye'nin, Suudi'nin, körfez ülkelerinin arkasına sığındığı için görmediğin ABD, şu anda yol arkadaşlarının bazılarını yolda bırakmış, daha acı bir ifade ile satmış, orada üs kurmuş! Hala görmüyor musun!?

Suriye'deki savaşa dâhil olmadığımız için bize kızanlar, şimdi de niye onlarla hareket etmiyoruz, diye yine kızıyorlar.

Onun da cevabını verelim; Suriye'deki savaşın ortaya çıkacak sonuçlarını önceden görüp savaştan uzak durduğumuz gibi, İslam âlemindeki bu düşmanlığın nereye varacağını da şimdiden görüyoruz. Sizinle aynı dili kullanmaktan, bu konuda sizinle beraber hareket etmekten uzak duruyoruz. Haklı, haksız tarafını tartışmıyoruz bile, çünkü bize göre bu savaş, zalim-mazlum meselesinin, haklı-haksız meselesinin ötesinde bir mesele.

Bu düşmanlığın varacağı yeri söyleyelim. On binlerce mazlumdan, yüz milyonlarca mazlumların ortaya çıkacağı bir mesele. Bu düşmanlık ateşinin siyasi sonuçlarından korkuyoruz. İslam'a, Müslümanlara ve coğrafyamıza zararlarından korkuyoruz.

Suriye savaşının başında söylediklerimizi uzak görenler, söylediklerimiz onlar için bir şey ifade etmeyenler, bu söylediklerimizi de uzak görebilir ve bu söylediklerimiz de onlar için bir şey ifade etmiyor olabilir.

Çünkü onlar bizden daha fazla cihatçıdırlar! Çünkü onlar bizden daha fazla mazlumun durumunu düşünüyorlar ve bizden daha fazla zalimle savaşma cesareti taşıyorlar! Çünkü onlar bizden daha çok hak yolda bedel ödemişler ve ödemekten korkmuyorlar!

"Keskin sirke küpüne zarar", "öfke ile kalkan nedamet ile oturur" diyen atalar da halt etmişler, onların nezdinde.

Evet, dostlar, itiraf edelim biz sizin kadar cesaretli değiliz, biz korkuyoruz. Suriye'deki savaşın başında korktuğumuz ve şimdi ortaya çıkan sonuçları gibi...

Biz, bu savaşın on yıllarca sürecek ve bütün İslam âlemine yayılacak bir mezhep savaşına dönüşmesinden korkuyoruz.

Kin, düşmanlık ekilen bir zeminde çok rahat başlayabilecek ve başlatılabilecek bir savaş. Siz zemin hazırlarsanız, biri kibrit çakar fark bile etmezsiniz.

Bir uçak düşürme ile değil mi ki az kalsın, Türkiye ile Rusya'yı savaştıracaklardı. O dönemde de bu gözü kara kardeşlerimizden, İslami televizyonlardan, az mı savaş tamtamları çalanlar oldu! Az mı savaşa girelim diyenler oldu!

Hülasa; ortaya çıkan acı sonuçlardan dolayı aklımızı kaybetmeden, tablonun daha kötüleşmemesi için basiretin yanında işin sonucunu gören ferasetle hareket edelim.

Kör öfke ve düşmanlık ile değil!