Zulmedenlere en ufak bir eğilim dahi göstermeyin! Sonra ateş size de dokunur.[1]
Ümmeti Allah'a şikâyet etmişti Şeyh Ahmed Yasin. Mazlum bir Arab'ın şikâyetnamesini okuyan her insaf ehlinin bükük bir boyun ve nemli gözlerle vicdan muhasebesi yapması kadar doğal ne olabilirdi ki. Bu yazı da bir Kürd'ün; ümmetin, hafızasını yoklayıp 'geçmişin ilahi ilkelerini' çıkarcı siyasal ihtiraslar zindanında hapsetmiş olma gafletinden haberdar etmeye dair bir feryattır. Evet, Ümmet içinde kendine aidiyetlik bulamayan ve bu dairede, yaratıcının her millete hediye ettiği değerleri kazanamayan bir Kürdün serzenişidir.
Ey Müslüman kardeşlerim!
Siyer kitapları 'Hılfu'l Fudul' adında bir müesseseden bahseder. Bu kurum, haksızlığa uğramış insanların haklarını iade etmek için kurulmuştu. 25 yaşında daha Resul olmamış Hz.Muhammed de bu toplantının üyelerinden. Ve bu üyeler zulme uğrayanların hakkını verinceye kadar, zulmedene karşı zulme uğrayanlarla tek bir el olacaklarına dair yemin etmişlerdi. Allah'ın Elçisi sıfatını elde ettikten sonra da '?öyle bir anlaşmaya katıldım ki bunun yerine bana kırmızı deve bile verilseydi, bu antlaşmadan vazgeçmeyecektim. Ve bugün İslam üzerinde olduğumuz sırada da böyle bir anlaşma imzalamaya davet edilirsem, bunu derhal kabul ederim.'[2] şeklinde buyurarak önemine değinmiştir. Vahiyle mübeşşir olsun olmasın adaleti ayakta tutmak insanî bir eylemdi. Zulme uğrayan insanların yanında onlarla maddi ve manevi hareket etmeyi cahiliye zamanda dahi kavramış erdemli bir bireydi Muhammed. Nitekim İlahi Hitap ile buluşunca da yabancı olmadığı bir görev verilmişti: 'Biz Peygamberlerimizi kesin kanıtlarla gönderdik, ve onlarla birlikte Kitab'ı ve insanlığı adaletle ayakta tutsun diye mizanı indirdik?'[3]
Bediüzzaman 'Hiçbir günahkar başkasının günahını yüklenmez '[4] ayetini bir kanun-u esasi olarak görür.[5] Laisizmin seküler entrikalarına karşı İslam'ın bireysel adaleti ön plana çıkaran ayeti ile konuşur. Zalim politikacıların kitlesel anlamda imha kararlarına insanın bireysel yaşam hakkının var olduğunu bulunduğu dünya görüşünün çerçevesinde açıklar. 'Bir masumun hakkı bütün halk için dahi iptal edilmez. Bir ferd dahi, umumun selameti için feda edilmez.'[6] 'Hak haktır; küçüğe, büyüğe, aza çoğa bakılmaz.'[7] der. Ve bu zalimlerin dışındakilere ise çok sert bir ültimatom sunar: 'Küfre rıza küfür olduğu gibi, zulme razı olmak dahi zulümdür.'[8] Aktüel politik kararlara eklemlenip onların imha eylemlerine ya da söylemlerine destek verenler mazlum kitlenin yok-oluş sebepleri olduklarını sorgulamalılar.
Muhafazakar-Müslümanların, iktidar sarhoşluğuna aldanıp egemenliklerini salt beşeri ihtiraslar düzlemindeki konumlanışlarına mimarlık yapan İslamî cemaat, vakıf ve derneklerin bu noktada Aziz Nebi'nin adaletli yaşamı ve Aziz Kuran'ın adaletli ilkeleri süzgecini kullanmaları farz-ı ayn olmuş. Egemen medyanın söylemlerini ilahi sayhaya tercihten doğan kaosun sorumlusu, ahlakî sorumluluk bilincini kaybeden Müslümanlardır.
Ulemanın Kuran'ın lafzı düğümlerinde boğulmamaları, Resullerin misyonu olan adaleti ayakta tutma göreviyle ilahi hitabın mesajını iyi anlayıp uygulamaları gerekiyor. Aynı zamanda da Ümmeti, zalim ve diktatör olan yöneticilere karşı Hılfu'l Fudul çatısına benzer bir çatının altında birleştirip zulme uğrayan her kesim, millet ve grubun yanında olmaları gerekiyor. Günümüzdeki bürokrat ulemanın, mistik şeyhlerin, literal ilahiyatçıların; absürt fıkıh tartışmaları, ekstrem lafzi araştırmalar ve metafiziksel olgularla salt okumalar yapmaları dışarıda kafir, içerde ise münafıkların Kuran'ı anlama tavsiyeleridir. Alimlerin ilahi adalet sistemi üzerinde oturup içtihadî gelişmeler göstermeleri gerekiyor.
Merhum Ali Şeriati de Kuran üzerinde bu kadar lafızcı, literal ve teknik araştırma ve çalışmaların yapılması ile birlikte Kuran'ın mesajı olan adaletin yok edilip görmezden gelindiği ve iktidarların ulemayı bu noktaya kanalize ederek zulüm ve sömürülerini meşrulaştırdıklarını tarihsel örneklem getirerek dile getirir.[9]
Kuran'da Allah kendisinin tek yaratıcı ve ilah olduğunu söylerken bazı şahitlerden bahseder. Mesela bunlardan biri de "Adaleti gözeten ilim sahipleri (Ali imran, 18)" dir. Yani, İslam'ın dünya görüşünde alimler, aydınlar ve entelektüellerin bir köşeye çekilme hakları olmadığı gibi susma gibi bir durumları da olamaz. İlim ehli olan her fert toplumda adaletin inşası için çalışacak. Yani, devleti adalet gemisinden şaşmaya götüren her savrulmada elini dümene uzatmayı görev telakki etmelidir.
Merhum Akif ile bitirelim.
Yetmez mi musâb olduğumuz bunca devâhî?
Ağzım kurusun? Yok musun ey adl-i ilahi![10]
[1] Hud Suresi, 113.ayet
[2] Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, 60-61 sy., Beyan yayınları
[3] 57/Hadid suresi, 25.ayet
[4] En'am suresi, 164; İsra suresi, 15; Fatır suresi, 18; Zümer suresi, 7; Necm suresi, 39
[5] Said Nursi, Emirdağ Lahikası 358,374,420,422,426 sy., Zehra yayıncılık
[6] Said Nursi, Mektubat, 65.sy., Zehra yayıncılık
[7] Said Nursi, Kastamonu Lahikası 62.sy., Zehra yayıncılık
[8] Said Nursi, Kastamonu Lahikası 62.sy., Zehra yayıncılık
[9] Ali Şeriati, Ali, 407-409.sy., Fecr yayınları
[10] Mehmet Akif, Safahat, 265 sy., Karanfil yayınları
FACEBOOK YORUMLAR