Halkın kendi kültürel değerleriyle oluşturduğu resmi olmayan gerçekler ile devlet sisteminin resmi bir şekilde başta eğitim kurumları aracılığı ile topluma vermeye çalıştığı öğretiler arasında yaşanan çelişkiler, o dönemler içinde geçen çocukluk anı belleğimizde kaydoluyordu. Bu kaydoluş yıllar sonra arka arkaya yitirilen aile büyüklerini son yolculuklarına uğurlarken onlar ile birlikte tanık olduğumuz, benimsediğimiz, aşina olduğumuz bir dil, kültür'ü de beraber gömüyorduk adeta toprağa.
Bu anlamda yaşanan köy; derin yoğunluklu Kürt kültürü, dili, yaşam biçimi ile harmanlanmış bir yerdi. ezici çoğunluğu ve hatta hepsi Kürtçe konuşup, Kürtçe güler, Kürtçe ağlarlardı. Kürtçe giyinip, Kürtçe evlenirlerdi. Öldüklerinde ise o dili, müziği, yaşam biçimini folkloru an' ane'yide birlikte mezara götüren son çınarlar olduklarını bilmezdik taki zaman geçip çocukluk yıllarına uzaktan bakacak yaşlara gelinceye kadar.
Bir yıl içerisinde o köyün birden çok ferdini yaşlılık, hastalık ve insan ömrünün son periyoda gelmesiyle yitirdiğimiz büyüklerimizi, gömünce mezara üzerine toprak atılınca o an düşündüm bir nesli gömmüyoruz sadece toprağa bir kültürü, dili, yaşam biçimini de beraber gömüyormuşuz. Nedeni ise; onların çocukları, torunları olarak bizlerin o dile vakıf olmamamız, o kültürün izdüşümlerini içselleştirip çocuklarımıza, yeni nesillere aktarama bilinci ve misyonuna sahip olmayışımızın hengâmesidir beni bu cümleleri yazmaya iten dürtüler itkiler.
Belki başka köylerde ölen yaşlılar ile birlikte gömülmüyordur bir dil ve onun bağlamında gelişen kültür, yaşam biçimi. Fakat benim yazıma konu olan köy, eminim ki bu bir emsaldir bu çerçevede yaşayan diğer birimlere. Ölen her yaşlı çınar ile birlikte adeta dili de gömüyoruz toprağa. Çünkü yeni nesiller ne o dile sempati gösteriyorlar nede onlarla beraber oluşturulan kültüre. Yeni nesillerin geçmişine bu şekilde bigâne olmasının birçok nedenleri var tabi ki ve bu nedenler için yüzyılı aşkın bir süredir her türlü oyun, dalavere ötekileme ve hatta ölümler olmaktadır.
Doğduğumuz coğrafya ibni Haldun'un dediği gibi kaderimizi de belirliyor. Evet, insan evladı parselleyip otorite kurduğu, dünya düzleminde eline aldığı, sahip çıktığı belki de gasp ettiği toprak parçasını var ettikleri devlet sitemi ve onların militarist güçleri ile beraber insan üretimi anayasalar çerçevesinde insanın doğduğu, büyüdüğü, dağı, taşı, toprağı, anıyı, kültürü, dili, inancı gasp edip kendilerince yeni bir tasarım, isim, nizam getirince başladı yaşanan bu keşmekeş ve kargaşalar. İnsanı diğer insana karşı kine iten sahip olma ve otorite kurma güdüsü nedeni ile bugün yaşadığımız coğrafya kan deryasına dönüşmüş adeta.
Oysaki hangi kutsal kitapta yazar insanın insana tahakkümünün meşruluğu, olabilirliliği. Yâda hangi felsefe ve akıl kitabında yazılıdır, bir milletin diğer millete sansür koyup ötekileştirme yapmasının doğruluğu. İnsan özgürdür, hürdür ve insan ile var olan kültür, inanç, dilde özgürdür aydın beyinlerinde, duygularında.
İnsan üretimi anayasalar ile yasaklanan diller, inançlar, kültürler azat edilmelidirler. Kendi topraklarında özgürce gelişip, büyüyüp, boy versinler ve nesilden nesile devam edip gitsinler diye. ölümleri kutsamaktan vazgeçip yaşamı kutsayınca bu kaos bitecek ve bu topraklar hak ettiği saygıya, güvene kavuşacaktır. En üst mercilerden en alta ki bireye saygıyı, sevgiyi, tahammülü öğreterek değiştirilebilir bu kanlı zulüm dönemleri.
Madem Birçok kültürün, uygarlığın iç içe olduğu birçok kültürden etkilenip birçok kültür'ü de etkileyen mozaikler bütününün adı olarak değerlendiriliyor; Anadolu olarak nitelendirilen coğrafyamız, neden! bu özgürlük sadece sözlüklerde, sözcüklerde özgür olsun ki?
FACEBOOK YORUMLAR